29 Ekim 2012 Pazartesi

Datça, keyif, lüfer.... :)

Merhabalar,

Kurban bayramı her zaman bana hüzün verse de bu yıl güzel bir tatil yapmayı başardık. Bir can alarak iyilik yapılacağını asla düşünemediğim için kurban edilen canlar için içim hep acıyor.. Can alacağınıza, can verin, kan bağışlayın, bir çocuk okutun, bir yoksulu doyurun. Mutlaka kurban kesmek gerekmiyor.. Neyse...

Önce 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızı kutlamak istiyorum. Ben ölene kadar Cumhuriyet Bayramımızı kutlayacağıma söz veririm.. Her ne olursa olsun..

Tatilde bu kez Datça'ya Demet ve Barbaros'larla buluşmaya gittik. Gölmar oteline yerleştik. Daha sonra da bizimkilerle buluştuk. Akşam, Aslan'ların evinde toplaştık. 13 kişilik dev bir bayram yemeği yendi.. Ertesi gün Datça'nın muhteşem pazarına gittik. Susamımızı, fıstığımızı, bademimizi aldık. Pazardaki amcalarla sohbet ettik. Etiketlere pek güldük..:)))

Kaya kekiği aslında:)))

Benim de fotoğrafımı çekin diyen satıcı amca..

Tezgahların güzelliği..
 
Akşam üzeri bu yılın son denizine girdik. Atilla denizin dibinden önce bir bardak buldu, sonra da bir ahtapot. Tabi ki ahtapotu bardağa koyup kıyıya getirdik. Güya ahtapot elimdeyken Atilla fotoğraflarımı çekecekti. Hahaayytt.... ahtapot avcumun içine koca vantuzunu yapıştırdığı an bir gıdıklandım, ciyak ciyak denize bıraktım hayvancağızı..:)

bardaktaki ahtapot..

Bardaktan çıkıyoorr...

Vantuzundan gıdıklandığım için devrile devrile gülüyorum..:))))
 
Akşamına yine 15 kişi toplaştık, yine balık yedik.. keyif yaptık. üzerine de kocaman birer dondurma yedik.. işte ne olduysa o dondurma ile oldu.. Sabah kalktığımda artık sesim yoktu. Çevremdekilerin sevincine bir anlam veremediysem de (!) sessiz kalmak pek hoş değildi..:))))
Ertesi günü yani tatilimizin son günü Demet, Barbaros, Aslan ve Zehranın bahçesine gittik. Kalamata zeytinlerimizi, son cheerry domatesleri ve biberlerimizi topladık vedalaştık ve yavaş yavaş  yola çıktık..
 
Narlar olmuş mu diye baktık.. Müthişler...:)

Çene biter mi? sesim çıkmasa da konuşurum ben..

Domatesleerr...

Tarlanın konuğu sevgili kaplumbağa kardeşi kapının önüne koyduk ki domateslerimizi yemesin..
 
Öğle yemeği için arkadaşlarımızın önerisine uyarak mavi pide diye bir yerde patlıcanlı pidemizi yedik. Pek güzeldi. Aslında güzel olan başka birşey de yemeğimizi yerken bize eşlik eden ördekler ve süpriz bir şekilde bir balıkçıldı. Balıkçıl, ona atılan pidelere gelen balıkları yiyecek kadar akıllıydı.. Takdir ettik :)))
 

Mavi Pide..

Uyanık Balıkçıl...
 
Eve geldiğimizde bebeler bizi çok özlemişler.. biz de onları özlemiştik.. sarıştık sarmaştık..
Bu trakeit denen şey bol sıvı, dinlenme, konuşmama gibi şeyler istiyormuş. Yaptık..:)) Öğlen Atilla lüfer almış onu pişirelim dedik..
Gelelim artık tarife..
 
Bu balığın en güzel yanı ev kokmuyor.. balık bulaşığı olmuyor.. lezzetli süper bir yemek üstelik hesaplı.. Kilosu 33 lira civarında, iki tane koca balık yani yanına başka bir yemek yapmanıza gerek kalmayacak gibi iki balık sadece 25 TL tutuyor..
Önce tepsiye koroplast fırın kağını yerleştiriyoruz. Balıkları güzelce yıkıyoruz. Sızma zeytinyağı ile içini de dışını da yağlıyoruz. Üzerini de içini de hafifçe tuzluyoruz. Birkaç ta tane karebiber ekledik.

kenarına cherry domatesler, biberler ve limon dilimleri koyduk. Üzerine de biraz limon suyu sıktık. En son maydanoz yerleştirdik.
Fırını ızgara modunda açmıştık. Isıtılmış ızgara da yaklaşık 8-9 dakikada pişti. Bu süre fırınınıza, balığınızın büyüklüğüne göre değişir. Aman dikkat. Balıkları çok pişirirseniz bütün yararlı yağları akar gider. Sadece balık tadında işe yaramaz birşey yersiniz. Balığı SUYUNDA bırakacaksınız..:)
Çok sağlıklı, çok lezzetli bir yemekti..
Denemenizi öneririm.. Afiyet olsun..
 

12 Ekim 2012 Cuma

3. İzmir Yemek Bloggerları Toplantısı

Merhabalar,

Uzun bir ara verdiğimi biliyordum ama hazirandan beri yazmadığımı bilmiyordum. Şok oldum. Hiç bu kadar boşlamamıştım.

 
Figen arkadaşımın (Figen Karavas) beni tanıştırdığı İzmirli Yemek Bloggerları Bostanlı Cengiz Gode Spor Tesislerinde toplandık. Ben ilk kez katıldım ama sanki bir çoğunu yıllardır tanıyordum. Pek keyifliydi.



tabaklarımız çok şık süslenmişti..
 
tabağım... yarısı kaldı..

Acı badem kurabiyesi yapmıştım..

bu grubumuzun birazı.. 50 kişiydik..



Bütün katılımcılar çeşit çeşit yiyecekler yapmışlardı. Çeşit çeşit pastalarımız, kurabiyelerimiz, ekşi maya ekmeğimiz, havuçlu torpilimiz, pırasalı kişimiz, mercimek köftemiz, badem kurabiyemiz, böreğimiz, cheesecakelerimiz.... ve daha bir sürü damak keyfi yaratacak yiyecek vardı. Tabaklar tepeleme doldu, ama hepsinden tadabilme adına (ki başaramadığımı fotoğraflardan anlıyorum) birer lokmacık yememe rağmen çok doydum. Fincan fincan kahve içip hazmetmeye çalıştım. Elbette sonrası 3 gün diyet..:))

Bu toplantı benim için başka bir açıdan daha ilginçti. Hiç bu kadar çok sponsor olacağını düşünmemiştim.
  • Koroplast (ürünlerindeki hijyeni vurguladılar.. her üründen numune hediye ettiler..)
  • Carte Dor (hazır tatlılarından hazırladıkları bir torbamız vardı..)
  • Yuva (spatulamız, mayamız, hazır poğaça ve ekmek karışımı)
  • Selva (paket paket makarna sakın beni unutma dediler :))) )
  • Sweetvia (doğal bir bitkiden elde edilen kalorisiz, sağlıklı tatlandırıcı)
  • Form Stüdyo (hepimize kişisel bakım hediye edildi )
  • Pizza Tomato (ürünleri donmuş değil, tazeymiş.. pizzaları da masamıza katıldı)
  • Signal (yeni çıkmış bir diş macunu ve çocuk diş fırçaları hediye ettiler)
  • Pınar (süt, krem şanti ve krema vardı paketlerinde)
  • Fairy (bulaşık makinası ve elde yıkama deterjanlarından tam boy hediye ettiler)
  • Ravika ve Keskinoğlu (yemek tarifleri ve önlük hediye ettiler)
  • Nivea (daha bakımlı, daha güzel olalım diye minik bir çanta hazırlamışlar..)
  • Dr. Ötker (pudingler, kekler, kutu kutu taşımakta zorlanacağımız kadar çoktu)
Tüm sponsorlarımıza, bu organizasyonu kusursuz bir şekilde düzenleyen blogger arkadaşlarıma çook teşekkür ederim..

Yeni tatlarda, yeni günlerde görüşmek üzere...

Tatlı kalın..:)
     

27 Haziran 2012 Çarşamba


SU İÇİLECEKMİŞ..

Bütün doktorlar, diyetisyenler, beslenmeyle uğraşanlar, spor antrenörleri... gibi meslek birimleri sürekli günde en az  8 -10 bardak su içmelisiniz, çay, kahve su yerine geçmez diye söyleyip duruyorlar.. İyi de kolay mı 10 bardak su içmek.. Ben 10 değil belki 15 bardağı zorlanmadan içebiliyorum.. Bahanelerimi ve alışkanlıklarımı paylaşayım dedim..

·         Sabah gözünüzü açtınız, dosdoğru mutfağa... gece uyurken su kaybettiniz hemen karşılamalı.. üstelik bağırsak sisteminizi de harekete geçirir... yani vücuda haydi uyandım, başla bakalım çalışmaya deme suyu... BİİİRRRRR..

·         Duşunuzu yaptınız, giyindiniz, kahvaltınızı ettiniz, çayınızı veya kahvenizi içtiniz, dişinizi fırçaladınız, evden çıkıyorsunuz.. Aman durun, ya yollarda susarsanız.. kapıdan çıkmadan hemen bir bardak su daha.. (korkmayın öyle hop diye tuvalet ihtiyacı doğmaz...) İKİİİİİ...

·         İş yerinize geldiniz.. çaycınız masanıza bir çay bıraktı.. ama olmaz, çaydan önce bir bardak su içilmeli.. ne de olsa trafikte geldiniz, enerji kaybettiniz.. hem stresli çalışma ortamına başlamadan önce su içmek insanı sakinleştirir unutmayın... ÜÇÇÇ...

·         Çaycınıza söyleyin ya da üşenmeyin kendiniz alın masanıza bir koca bardak su koyun.. ağzını kapatın da tozlanmasın.. odanıza giren çıkan her kişiden sonra bir yudum için.. gün boyu su desteği... DÖÖÖRRRTTTT...

·         Yemekten önce içerseniz siz bilirsiniz... midenizi şişirir daha az yersiniz ama bazı doktorlar bunu önermiyor.. ben yemek öncesi içemiyorum.

·         Yemekte de içemiyorum.. ama mutlaka yemekte ayran içiyorum. Biraz tuz, biraz kalsiyum desteği...

·         Yemeğin üzerine tatlı yediyseniz üzerine bir bardak daha su için.. tatlının ağzınızda bıraktığı dişinizi çürütebilen artıklardan bir parça kurtulabilirsiniz. BEEEŞŞŞ...

·         Yemek sonu Türk kahvesiz, kahve de susuz olmaaazzz.... ALTIII.....

·         Gün bitti toparlanıyorsunuz.. (arada su içtiyseniz aman ne mutlu..) yola çıkacaksınız.. hemen bir koca bardak daha.. ya yolda susarsanız.. arabada beklemiş suları içmiyoruz biliyorsunuz..YEDİİ...

·         Eve geldik.. oohhh önce duş, sonra yemek hazırlıkları... yemek hazır olana kadar bir bardak su için, hem sizi açlık krizinizden kurtarır, hem de sakinleştirir.. SEEKİİZZZZ...

·         Yemekten sonra bir bardak daha ... DOOKUUZZZ....

·         TV izlerken, arkadaş sohbetinde, keyifte içerseniz ne ala yok içemediniz, yatarken dişlerinizi fırçaladınız, üzerine bir bardak daha su için.. diş macunundan sonra ne kadar güzel bir ferahlık yaşadığınızı görüp şaşıracaksınız. OOONNN.....

İşte bu kadar kolay ....  suyunuzun içerisine bir iki damla limon suyu da damlatabilirsiniz.. Ama unutmamanız gereken tek şey suyunuzu soğuk değil, oda sıcaklığında, yok hava çok sıcak diyorsanız serin olarak için.. soğuk suyu başınıza dikip içemezsiniz...:)))

AFİYET OLSUN...

6 Mayıs 2012 Pazar

Pizza yapıyoruz... hem de tam buğday unuyla...

İnanılacak gibi olmayan haftalar geçiriyoruz.. Bir türlü bloga birşeyler yazamadım, çünkü yazacak şeyler yapamadım :( Umarım artık daha iyi olacağız.. Ailecek...

Bugün evden çıkamadığımız bir gündü.. Kendimize ödül olarak pizza yapalım dedik. Ama glisemik indeksi düşük olsun diye tam buğday unuyla yaptık..

Geçen haftadan aldığımız enginarlarımız ölmek üzereydi, onları da pizzada kullanayım dedim..

Hemen alışverişe gidip (evin önü Migros, pek şanslıyım :)) ) malzeme eksiklerimi tamamladım.

Gelelim gerekli malzemelere;
  • tam buğday unu,
  • yaş maya
  • tuz
  • toz şeker
  • zeytinyağı
  • domates püresi (yazın kendisi de olur :)) )
değişebilen malzemelerse;
  • enginar
  • çeçil peyniri
  • mozzarella
  • pınar tost peyniri
  • cherry domates
  • taze soğan
  • kekik
  • hindi göğüs füme
  • beyaz şarap
Nasıl yapacağız?

Unu tezgahınızın üzerine tepeleme koyuyorsunuz, ortasını bir yuva yapıyorsunuz. Yuvanın içine mayayı ufalıyorsunuz ( 1 kilo una 1 paket (48 gr kadar) maya hesabıyla), mayanın üzerine beslenmesi için toz şeker ilave ediyorsunuz. 1 tatlı kaşığı yeterli. Tuzu unun üzerine koyuyorsunuz. Zeytinyağını da mayanın üzerine ekliyorsunuz. Zeytinyağı 2 çorba kaşığı kadar. Ama mutlaka sızma olacak. Oda sıcaklığındaki şaraptan biraz ekleyip karıştırmaya başlıyorsunuz. Parmaklar iş başında...:)  daha sonra unu teninizin ısısındaki suyu ekleyerek yoğurmaya devam ediyorsunuz. Pürüzsüz, kulak memesi kıvamında bir hamur yapınca ağzı kapalı, rüzgar almayan bir köşeye koyuyor ve hamur iki katına çıkana kadar bekliyorsunuz.
Un, maya, zeytinyağı, birazcık şeker, unun üzerinde tuz..
İşte hamurunuz böyle pürüzsüz olacak..

Böyle de iki katına büyüyecek.. Bizimki biraz fazla bile büyüdü..:) kapağı ittirmiş..:))


Tepsinizi zeytinyağı ile yağlıyorsunuz, ama bolca... üzerine hamurunuzu açıyorsunuz. 3-5 mm kalınlığında açılmış hamur pek güzel oluyor. Hamurun üzerine yine zeytinyağı ile karıştırılmış domates püresini sürüyorsunuz. Daha önceden 200 derecede ısıttığınız fırına tepsinizi koyup yaklaşık 15 dakika pişiriyorsunuz. Altı kızarmaya başladığı zaman fırından çıkartıp üzerini dilediğiniz gibi dolduruyorsunuz. Son bir 5-6 dakika daha bekledikten sonra muhteşem pizzanız yemeğe hazır.. Kalan beyaz şarap ta yanına pek yakışıyor söylemek gibi olmasın..



Fırındaki üzeri domates soslu hamurumuz..
Üzerine koyacaklarımızı hazırladık..

Pizzanın yarısını domatesli yarısını soğanlı yaptık. Üç ayrı peyniri üç farklı bölgeye yerleştirdik..


Pişti, kestik hatta yedik bile..:)))


Herkeslere afiyet olsun..

23 Nisan 2012 Pazartesi

Hindi göğsü pişirme yöntemi..

Geçen hafta talihsiz bir haftaydı.. Erken tanı ile kıyısında durabildiğim bir durum sonunda tuzdan kesinlikle uzak durmam gerektiği (bir süreliğine neyse ki) ortaya çıkınca, bütün yemeklerimizi evde yapmaya başladık.

Yemeklerde tuz kullanmayınca aslında yediğimiz şeylerin gerçek tadını daha iyi anlayabiliyor insan. Çayı kahveyi şekerle içmekten vazgeçtiğimde de aynı şey olmuştu. Önemli olan o yemeğe yakışan tadı, baharatı bulmak..

Tuzla birlikte şeker ve beyaz un da yasaklanınca, bulgur pilavı baş yemeğimiz oldu. Bol soğanlı, domatesli, lezzet versin diye kekikli bulgur pek lezzetli oluyor.. Biraz da karabiber muhteşem yapabilir yemeğinizi..

Hindi göğsünü nasıl pişirelim diye düşünürken, hindi göğsünü yatay olarak ikiye bölerek biraz incelttik. Tavaya biraz yağ koyup (tabii ki zeytinyağı) hindi göğsünün her iki tarafını da tavladık. (yani hafif pembeleştirdik) Bu arada fırını 180 derecede ısıttık. Tavlama bitince, tavayı olduğu gibi (sapına dikkat.. metal saplı olsun..:P :) ) fırının içine koyduk, üzerine taze biberiye ve susamla süsledik. Yaklaşık 10 dakika pişirdikten sonra hindimiz muhteşem bir şekilde pişmişti.. İşte yine kolay bir yemek... işte yine lezzet ve sağlık.. yanına bir de salata.. BUDUR...;)





Afiyet olsun...

15 Nisan 2012 Pazar

İBATECH ve İŞ KADINLARI KONSEYİ İŞ PLATFORMU

Yine bir süredir yazmıyorum farkındayım. Aslında cümleyi yazacak hal kalmıyor şeklinde değiştirsek daha mı iyi olacak nedir..:))

Geçtiğimiz hafta, en boş günümüz pazartesiydi onda da annemin doktoruyla görüşmemiz vardı. %70 kakao oranlı çikolatamızı da hazırladık. Salı günü, cuma günü verilecek ikramlıkların hamurları hazırlanmaya başlandı. Fıstık dolgulu çikolatalar yapıldı ve ÇOCUKLATALAR hazırlandı. Yeni süprizimiz çocuklata... bir sonraki yazımda onu da anlatacağım. Çarşamba günü fırın bütün gün çalıştı, cuma günü yapılacak ikramlıklar hazırlandı, İstanbul a gidecek çikolatalar kutulandı, gidecek eşyalar, notlar toparlandı.. Perşembe sabahı 5 te 7:15 uçağına yetişmek üzere kalktık, uçağımıza bindik ve ver elini İstanbul, İBATECH fuarı... 2 yılda bir düzenlenen pasta ve ekmek teknolojileri fuarı büyüleyici bir yer. Bir sürü yeni ürün, yeni fırın, yeni dolap, yeni insanlar tanıdık. Ablam, Ece ve Emre'yle çok keyifli bir akşam yemeği yedik. Gece 11 30 uçağımız rötar yapınca sabaha karşı 2 30 da eve geldik. Yattığımda saat 3 30 olmuştu. Sabah yine 7 de kalkıp duş yapıp süslenip püslenip İZMİR TİCARET ODASI İŞ KADINLARI KONSEYİ PLATFORMUNA katılmak üzere Hilton'a gittik. Masamızı yerleştirdik.. Ziyaret eden dostlarımıza çikolatalarımızdan ikram ettik. Çocuklata'yı tanıttık.. Canım kızım Gülşah ta bana destek olmaya geldi. Bütün dostlarla birlikteydik, çok yorulduk ama çok eğlendik..

Akşam 8 de eve geldiğimde Şeker hanım beni çok özlemişti. Ben de onu.. kanepede bir uyumuşuz... sabaha kadar.. yatağa geçip uyumaya devam ettik.. uyandığımda öğlendi.. Üniversiteden beri ilk defa 16 saat uyumuşum..:)))

Çok yoğun, çok koşturmacalı ama ÇOK GÜZEL BİR HAFTAYDI...

Dostlar iyi ki varsınız..

Herkese bu kadar güzel haftalar diliyorum..

20 Mart 2012 Salı

Balık Çorbası ve Datça keyfi...:) yine...

Birden Datça'ya gidebileceğimiz ortaya çıktı.. Annemin ilaçlarını ablam veririm deyince bir gecemiz serbest kaldı ve ilk aklıma gelen sevgili arkadaşlarımız Demet ve Barbaros'la Datça da buluşabileceğimiz oldu.. Ama bir pasta teslimimiz vardı. Naapsak ne etsek derken pastayı saat 13 te teslim ettik ve dosdoğru yola çıktık.. Saat 17 30 da Datça'daydık. İlk yaptığımız koşarak pazara gitmekti. Hemen her zamanki amcadan yer fıstığımızı ve susamımızı aldık. Badem için çarşıya gitmek lazım.. Ama önce balıkçı kontrol edilmeli.. Balıkçıda gözlerimize inanamadık koskoca bir lagos bize bakıyor.. Sonra tartılınca ortaya çıktı ki kendileri 5 kilo 800 grammış. Koyacak yer bulamadığımız için almadık ama balığa göz koyduk.:) Gidip bademlerimizi aldık sonra her zamanki otelimize yerleştik. Demet ve Barbaros, Dalaman havaalanına gelecekler ve oradan Emecik köyüne gelmeleri gece yarılarını bulacağı için biraz keyfimize baktık..

Datça'da çok fazla sokakta yaşayan cins köpek var. Sanırım alıp bakamayacaklarını anlayınca sokağa bırakıyorlar. Müthişler ve sevgiye açlar.. neredeyse bütün köpüşleri sevdik ama biriyle aşk yaşadım..:)

nasıl da sakin, nasıl da yumuşak tüylü,nasıl da temiz..

Bana dayandı, benden destek aldı, sanki beni de götür der gibi..

Gece Ilıkkan ailesiyle buluşup, Zehra ve Aslan Kahraman'lara gittik. Elimizde %70 kakaolu bir kutu çikolata ve bize gönderdikleri keçi boynuzu unu ile yapılmış yaban mersinli, üzümlü, tam buğday unlu kurabiyelerimizle... Yoldan gelenlere iyi geldi sanki..

Salep hanımla Barbaros biraz aşk yaşadı..

Evin minik kedisi Salep 6 aylık bile olmadan hamile kalmış. Umarım sağlıkla bebişlerini doğurur.. Sohbet gecenin yarısını çok geçene kadar devam etti. Sabah erken kalkılıp kahvaltıya gelineceği için biz Datça'daki otelimize geri döndük. Sabah dosdoğru balıkçıya gittik. Balıkçı arkadaşı 1 saat kadar bekledik. Küçük yerleri seviyorum. Adam gelmiş, dükkanı açmış, anahtarı kapının üzerinde bırakmış, balık almaya gitmiş. Al git balığı kimse birşey demeyecek..Balığımızı temizlediler, yoldaki fırından tam buğday ekmeğimizi, tansaştan organik tam buğday unumuzu ve mayamızı aldık ve kahvaltının sonuna yetiştik..

Balığımız temizleniyor..

Peynir dışındaki herşeyin evde yapıldığı bir kahvaltıdan sonra özlemler giderilmeye devam etti.. Ben bir ara (kaşla göz arasında) ekmeği mayaladım. Akşam üzeri balığın yanında taze sıcak çapati yemek hoş olur diye düşünmüştüm.

Zehra ve ben nereye mi bakıyoruz??

Masanın altında yaşayıp her daim aç olan ve duygu sömürüsü yapan Poyraz'a bakıyoruz tabii ki..

Sonunda gelen baharla birlikte her yerden fışkırmış çiçekler, bademler, marullar, maydonozlar inanılmazdı.. Soluğu deniz kıyısında aldık. Uzuun bir yürüyüş yaptık.
Deniz de nasıl yüzülesiydi..

Balığı pişirmek uzun sürebilir diye  eve geri döndük. Ekmeğimiz mayalanmıştı.. Balıkla hatıra fotoğrafları çekildikten sonra Atilla, balığa girişti. Balığın başını ve yanaklarını bize verdi. Koskoca bir tencereye su ve balık kafasını, yanaklarını koyduk. İçine bir avuç tane karabiber, 4 küçük dörde bölünmüş soğan, 2 halka halka doğranmış havuç, 1 limon suyu, limonun kabukları, birazcık zeytinyağı, 4 tane taze koparılmış defne yaprağı ve deniz tuzu ekleyip ateşe koyduk. Kaynamaya bıraktık.

Barbaros'un tuttuğu (!) :P 100 kiloluk lagos..

Ekmekleri küçük küçük yuvarlaklar haline getirip sonra da 4-5 mm kalınlığında açıp teflon tavada pişirmeye başladık. Atilla dışarıda lagosu şiş haline getirip, bir lagos, bir defne şeklinde şişe dizmekteydi.
Çok çalıştı çookk..


Balık çorbasında havuçlar piştikten, suyun balıkla bütünleşmesi için biraz daha bekledik.Balığın suyunu başka bir tencereye süzdük. Balığı elimiz yana yana ayıkladık, balığın süzdüğümüz suyunun içine ekledik. Biraz daha limon ve tuz ekledik. Tekrar ateşe koyduk kaynamasını beklerken bir buket :) maydanozu hafifçe kıyarak ekledik. Bir taşım daha kaynadı ve işte hazıırr..

ee Candan da sofrayı kurdu, servis yaptı..

Keyifli sohbetler, güzel dostlarla sıcak sıcak açık havada, güneşin batmadan önceki son ışıltıları içinde çorbamızı içtik ve lagos şişlerimizi yedik.

Sizi seviyorum dostlarım..

Hayat dostlarla güzel... Güzellikleri tatlandırmanın bir yolu da güzel sofralardan geçiyor..

Afiyet olsun, hep sağlıkla, hep mutlu kalın..

11 Mart 2012 Pazar

Çorbaaa....


Yok, tamam anladım artık bu yıl kış bitmeyecek... Ne kış bitecek, ne kar, ne yağmur, ne de grip, öksürük, nezle...

Bu yıl geçirdiğim gribi 20 yıldır geçirmemiştim. Neyse iyileştik derken bir öksürük musallat oldu.. Kurtul kurtulabilirsen.. Tam geçti derken bugün Gümüldür'de tahminlerin ötesinde soğukla karşılaşınca yine başladı.. Eve gelir gelmez ne yaptım dersiniz? Tabii ki çoorbaa.... Hem de sadece 10 dakikada..

Gümüldür'de ev kapalı kaldığı için çoook soğuktu.. Evin akarı kokarı var mı diye baktık, balkon ve terasları yıkadık temizledik.. Sarmaşıklarımızı budadık, sonra çay yaptık, kahve yaptık, ıvır zıvırlarla yedik.. Menderes'ten aldığımız tam buğday ekmeği ve kars kaşar peyniri ile karnımızı doyurduk..


Yağmur yağmaya başlayınca yazlıkta bulduğumuz şemsiyeleri kapıp deniz kıyısında yürüdük biraz.. Ama ben üşüyünce döndük..

Annem annem..:)

Gelelim çorbamıza..
Çorbamızın adı,  Zekiye Hanım Çorbası.. Zekiye Hanım, yeğenim Ece’ye bakan pek becerikli bir hanımdı. Çok ta güzel yemek yapardı. Zekiye Hanım çorbası, terbiyeli arpa şehriye çorbasından başka bir şey değil. Ama çook kolay ve çoook lezzetli..

Malzemelerimiz;

Arpa şehriye
1 yumurta
Sızma zeytinyağı
Yarım limon suyu
Tuz
Karabiber

Yapılışına gelince; bir orta boy tencereye 1 tahta kaşık dolusu veya yarım çay bardağı kadar sızma zeytinyağını koyup ateşe oturtun. İçine bütün çorba için kullanacağınız 1/3 paket arpa şehriyenin yarısını koyun. (iki kişilik bir ölçü bu..) Çevire çevire kavurun. Başından ayrılmayın hemen yanar, süprizlidir..:) rengi dönmeye başladığında içine su ekleyin, mesela 2 su bardağı kadar su yeterli. Üzülmeyin çok sulu olursa kaynatırsınız, az sulu olursa da su ilave edersiniz. Dert değil yani..:) Tencerenizin kapağını kapatın, başından çok ayrılmadan, yani gözünüzün ucuyla kontrol ederek kaynamasını bekleyin. Kaynayınca içine kalan arpa şehriyeyi ekleyin, tuzunuzu  ve azıcık ta karabiberinizi koyun. Ağzını tam kapatmadan kapağı yerleştirin ve ara ara karıştırarak arpa şehriyenin pişmesini bekleyin. Yaklaşık 8-9 dakika yetecektir. Ateşiniz de orta hararette olsun. Şehriyenin pişmesine yakın, yumurtanızın sarısıyla beyazını ayırın.


Ayrılmış yumurta sarısı ve limon suyu..


Önce yumurta çırpılacak, daha sonra limon suyu eklenecek.. eklenirken de çırpılmaya devam edilecek..

 Beyaz hiç kalmasın. Yoksa, pişer ve çorbanın içinde beyaz beyaz yüzer ve benim gibi bir çocuğunuz varsa çorbayı içmemek için bu beyazları bahane edebilir. Yumurtanın sarısını güzelce çırpın, içine azar azar limon suyunu ekleyerek çırpmaya devam edin. Daha sonra bu karışımın içine çorbanın suyundan bir kaşık ekleyin, böylece yumurtanızın kesilmesini engellemiş, biraz ılıtmış olursunuz. Daha sonra azıcık yumurtalı, limonlu karışımı çorbaya koyun. İkisini birbirine tanıştırdıktan sonra bütün yumurtayı içine ekleyin. Karıştırın. 2 dakika daha pişmesini bekleyin.. Yaşasıınnn çorbamız hazır.. Üzerine acıbiber mi serpersiniz, ince ince maydonoz mu doğrarsınız, yoksa benim gibi sade mi seversiniz onu bilemem ama az malzeme ile muhteşem bir çorba oluyor..

Afiyet Olsun..